VE SEN, EY HEDİL!


VE SEN, EY HEDİL!

 

İsrail askerleri tarafından vahşice öldürülen

Hedil el-Heşlemun’a ithafen...

 

Sen… Sen de bir babanın, sen de bir annenin, sen de bir kardeşin ruhunda, fırtınalar koparan nazlı mı nazlı bir çiçektin ey güzel kız…

Acının, çilenin, yokluğun, feryadın ve gözyaşının hüküm sürdüğü o topraklarda, hayata tutunurken kadere boyun eğen ve alnına yazılanı da merhametle karşılayan gül kokulu bir candın…

Yıllar, yaşadığın toprakları nasıl olgunlaştırdıysa, hüzün ve gözyaşı da o küçücük yüreğini öyle olgunlaştırdı ey narin peri…

Hayatında bir kişiyi çok sevdiğini söylerlerdi. Hatta çevrende bu sevgiyi bilmeyen yok gibiydi. Annen bile zaman zaman seni uyarır, kızım derdi, çok sev; ama çok da bağlanma olur mu? Çünkü çok seven, çabuk ayrılırmış tatlı meleğim…

Dinlemezdin ya da dinlemek istemezdin bu sözleri. Belki duymazdın ya da duymak istemezdin bu söylenenleri. Ondan başkasını görmez, belki de görmek istemezdin. Belli ki ey Hedil, o sende bir can; sen de o cana bir ruh olmuşsun. Ve kuş misali kanatlanıp o can dalına konmuşsun…

Baban, yani bu dünyadaki en değerli varlığın… Daha dün gibi hatırlıyordu senin hayata neşe katan gülüşlerini ve o güzelim bakışlarını… Saçlarını tararken nasıl da mutlu olurdun. Ve her defasında yalvarırcasına, “Baba, ne olur beni bırakma, olur mu? Ben, senden ayrı kalmak istemiyorum.” deyişlerine ne kadar da çok şahit olmuştu. Bu hayattaki en büyük korkun, belki de babasız kalmaktı. Kan kusan silahların sana yöneleceğini ve cani ellerin sana dokunacağını nereden bilebilirdin ki! Sana sıkılan kurşunun, sevgili babacığının yüreğinde onulmaz yaralar açacağını nasıl bilebilirdin ki?

Her bir koşuşturma, her bir dokunuş, her bir bakış, her bir gülüş, seni nasıl da yaklaştırıyordu o can bildiğin babana… Vaktin nasıl geçtiğini anlamaz, mermi seslerini duymaz olurdun. Aslında hayat, dışarıda çok zordu; ama senin asıl hayatın, evin içerisindeydi ey şehit Hedil!

Hani, babana devamlı sorardın ya! “Baba, beni seviyor musun?” “Evet, kızım. Ben, seni çok ama çok seviyorum.” cümlesini işittiğinde nasıl da mutlu olurdun. Sanki dünyalar senin olur, etrafındaki her şey farklı bir manaya bürünürdü. Çünkü senin dünyan, işittiğin o sözcüklerde anlamını buluyordu. Keşke hep öyle kalsaydı da dünyanın acı gerçekleriyle hiç tanışmasaydın. O tarifiz acıyı, tatmamış olsaydı biricik baban… Sınavların en zoru, evlatla sınanmaktı ey Hedil! Belki görmeyecek, belki de bilmeyeceksin; ama senin yokluğunda baban, her gün yeniden ölüp, yeniden dirilecek… Ta ki sana, kavuşana dek…

Sen, küçük bir kız çocuğuydun. Ve babanın eve gelişini, her akşam heyecanla beklerdin. Onun gelişi, karanlık dünyanın, aydınlığa kavuşmasıydı. Hani, hatırlar mısın? Baban, her gece sana sarılır, başlardı anlatmaya… Sen, öyle şefkatle bakar, öyle içten dinlerdin ki onu, tüm derdini bir anda unutuverirdin. Hayallerinin gerçekleştiği tek yer, onun şefkatli yüreğiydi. Sen, belki de hiç bilemedin onun duygularını… Nasıl bilebilirdin ki koca yürekli Hedil!

Daha 17 yaşındaydın. Geleceğe dair umutların ve hayallerin vardı. Belki okuyacak, isteğin mesleği yapacaktın. Belki evlenecek, hayırlı evlatlar yetiştirecektin. Belki de babacığının yanında bir ömür boyu huzur içinde yaşayacaktın. Ama olmadı, olamadı…

 

 

Üzülme ey Hedil!

Onlar, ne seni ne de senin gibileri bitiremeyecek. Uğruna kanlar dökülen bu kutsal dava, ebediyen var olacak...

 

Sessiz…

Ama sessizce arkaya dönmek,

Nemli gözlerle etrafa bakmak,

Evden çıkmak ve bir daha dönememek,

Geleceğim deyip ve bir daha gelememek,

Gel, gel diyen bir sese doğru,

Koşar adımlarla yürüyebilmekti,

Hedil el-Heşlemun olabilmek…

 

Ve,

Bir sessizlik daha…

Kısacık bir ömür penceresinden,

Hayallere, arzulara, isteklere,

Güneşe, aya, yıldızlara,

Sevgilere, sevmelere, sevdalara,

Anlamlı bir vedaydı,

Hedil el-Heşlemun olabilmek…

 

Ve,

Bir sessizlik daha…

Zalimin karşısına dikilip Hakk’ı haykırarak,

Yüzünü açmayıp yüzsüzlere seslenerek,

İmanla beslenmiş bir ruhun,

Cesaretle süslenmiş duruşuydu,

Hedil el-Heşlemun olabilmek…

 

 

Ve sen,

Ey Hedil!

Şehadet şerbetini içtin,

Tüm dünyanın gözü önünde,

İnsanlığa bir ders verdin.

 

Ve sen,

Ey Hedil!

Düşünme artık gerisini,

Yeryüzü, senden sonra da

Hepten zelil, toptan zelil…